Üstad’ı rahmetle, coşkuyla, minnetle, hürmetle, muhabbetle anıyoruz. Vefatının üzerinden 26 yıl geçti. Anılmaya devam ediliyor. Anılacak, anılmalı.

Üstad son 100 seneye değerlerimizin rengini veren kutup yıldızlarındandır. Son yüz senenin cesur, gür, derin, ödün vermeyen, eğilmeyen, bükülmeyen sesidir. Öyle görünüyor, tarih onu yazdı, yaşayanlar daima anacaktır.

Yüksek dağların dumanı, rüzgârı eksik olmaz. Büyük kafalarda sorular bitmez. Sorular, sorular, üst üste sorular. Bu tür kafaların durulması genelde şokladır. Medeniyetimizin irfan okyanusu, sekinet deryası tasavvufladır. Muhammed İkbal aradığını İslam diyarı Pakistanda bulamadı. Avrupada, Paris’te buldu. Parisin yerlisinde değil, Paris’e önceden giden bir Anadolu ereninde buldu. Hz. Mevlana’da buldu. Bir dünya markası olan Hz. Mevlana’nın Mesnevisinde.

Nurettin Topçu aradığını Sorbon’da değil bir camii imamında buldu. Abdülaziz Efendi’de. Üstad Necip Fazıl da Abdülhakim Efendi’de buldu.

Tarih boyunca mütefekkirlerin birinci sorunu varlık niçin, yaşamak ne? İkinci sorunları yokluk nasıl, ölüm nedir? Bu soruların cevabı salt akılla olmuyor. Üstadın dediği gibi akılla olmuyor. Ama akılsız da olmuyor. Akılla ve teslimiyetle. Aklın sınırlarında akıl, aklın sınırlarını aşınca teslimiyetle.
Üstad: “Ölüm haktır. Kıyamet gününde dirilme emirdir. Bu konuda teşhis ve tespit yetkisi Kur’andır, Hadistir” der.
Ona göre ölen nefstir, ruh amadedir. Ölümden korkan nefstir. Mutmainne olmuş, yani ruhun emrine girmiş nefs ölümden korkmaz. Ölüm sürgün hayatının bitmesi, anavatana kavuşmadır.
Resul-i Ekrem’de ölüm Yüce Dosta kavuşma, Bilal-i Habeşi’de Sevgiliyle buluşma, Hz. Mevlana’da Şeb-i arustur. Üstad ölüme bayram der.
“Ölüm ölene bayram, bayrama sevinmek var
Oh ne güzel, bayramda tahta ata binmek var”.

“Ben ölünce etsin dostlarım bayram
Üst üste tam kırk gün, kırk gece düğün
Açı doyurmaksa kabirde meram
Yemeğim fatiha, günde beş öğün”.

“Öleceğiz; müjdeler olsun, müjdeler olsun.
Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun.
Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber
Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber”.

İnsanları mutsuz eden en önemli sebep ölüm korkusuyla, rızık korkusudur. Ölümü bayram bilenlerde karamsarlık, umutsuzluk, korku olmaz. Onlar hep heyecanlıdır, şevkli ve coşkuludur.

Üstad en zor şartlarda dokunulmazlara dokundu. Dergi çıkardı, konuştu, makale yazdı, şiir yazdı, tarih yazdı, siyaset yazdı. Tartıştı, üstüne yürüyenlerin üstüne yürüdü. Mahkeme edildi. Yargılandı, hapis yattı. Eğilmedi, bükülmedi. Onun mahkeme müdafaaları manifesto gibidir.

Kalemi keskin ve derin, yalın ve susturucuydu. Milli Gazetede yazılar yazıyordu. Metin Toker Üstada sataşmış. Aradan birkaç gün geçmesine rağmen Üstad Metin Toker’e cevap vermeyince gençler Üstadı aramışlar cevap ne zaman diye sormuşlar. Üstad nihayet Metin Toker’e cevap verdi. Cevap bir satırdı. Milli damat köşesinde bana sataşmış (Metin Toker İsmet İnönü’nün damadıdır) manevi evlatlarım cevap bekliyorlar, hayır! cevap vermiyorum, çünkü o bir sivrisinek ben ise atom bombasıyım, atom bombası sivrisinek için patlatılmaz.

Üstadı yüz yüze görme imkânım oldu. İmam-Hatip orta bölümde okurken Edirne’ye gelince görmüştüm. İstanbul’da okurken konferanslarını takip etme imkânı bulmuştum. Necip Fazılı okumamış, anlamamış olan kişilerin günümüzü, geçmişimizi anlamalarında noksanlıklar olduğu kanaatindeyim.

Mekânı; Cennet-i firdevsi aşiyan, civar-ı Resul-i zişan olsun…