1956 yılında Edirne İli Meriç İlçesi Serem Köyünde doğdum. Köyümüz 1924 yılında mübadele muhacirleri tarafından kurulmuş bir köy. Köy sakinlerinin tümü ve ailem Selanik’in 70–75 km. uzaklığında Makedonya sınırına yakın eski adı Vodina yeni adı Edesa olan ilçenin bir köyünden gelmişler. Buca köyünden. Köyün şimdiki adı Biberya.
Buca Köyü Yörük köyüdür. Ana tarafım Yörük, baba tarafım Balkanlıdır. Babam ve anam Türkiye’ye geldiklerinde 12 ve 9 yaşlarındaymışlar. Dolayısıyla evimizde memleket hatırası olarak her akşam göç ettikleri yerlerden hatıralar yâd edilirdi. Babam hafızdı. Osmanlıcası mükemmeldi. Okunmaz görünen yazıları, tapu senetlerini, mezar taşlarını çok rahat okurdu.
Anam da okuryazardı. Bize geceleri Muhammediyye’den bölümler okurdu. Babam 10 günde bir hatim indirirdi. Her ikindi Delailülhayrat ve şerhini okur bana da okuturdu. Tıbyan tefsirini, Taberi tarihini, Altıparmak’ı okur ve okuturdu.
Biz 9 kardeşiz. 8 kız bir oğlan. Kızların tümü benden büyük bir tanesi bebek iken vefat etmiş, diğerleri evlenerek çoluk çocuğa kavuşmuştur. Rahmetli babam ve anama takılırdım. Efendimiz (A.S.)’in 3 kız yetiştirene cennet müjdesini siz iki buçuk defa hak etmişsiniz birini bana verin derdim.
1967 yılında köyümüzün ilkokulunu bitirdim. İkiden üçe geçince babam Kur’an öğretmeye başladı. Ayrıca akşam namazlarına alıştırdı. Gerçi babadan ve kocadan hoca olmaz derler ama rahmetli babam sert bir insandı. İslam’dan taviz vermez, neyi duyar ve öğrenirse uygulardı. Müşahedelerime göre teheccüd kazası yoktu. Sabah namazını güneş doğduktan sonra kıldığını hatırlamadığını söyler bizi de sabah namazına teşvik ederdi. İlkokul beşi bitirdiğimde Kuran/ı Kerim’i iyi bir şekilde okur oldum. Belli sureleri ezberlemiştim. Okul bitince bundan sonra namazlar tam kılınacak nasihati yapıldı.
Rahmetli babam İmam Hatip Okullarının adını uzaktan da olsa duymuş, beni orada okutmak istiyordu. 1967 yılında Edirne’de henüz İmam-Hatip Okulu açılmamıştı. Biz İstanbul’a gittik. Çarşamba İmam-Hatip okulunu gezdik. Bir müddet sonra Edirne’de bu yıl İmam-Hatip açılacak haberi gelince Edirne’ye geldik. Edirne Müftüsü Mehmet Ali Sulaydı. Makamına çıktık. Hayatımda ilk defa Müftüyle karşılaşmıştım. Çok heyecanlandım. Elini öptüm. O da beni öptü. Günlerden Cumaydı. Müftü efendi hutbeye çıktı. Hutbede beni anlattı. Meriç’ten bir çocuk geldi. İmam-Hatip okulunda okumak istiyormuş ey cemaat İmam-Hatip Okulu bu yıl Edirne’de açılacak diye konuştu. Ben çok heyecanlanmıştım. Söz verdim kendi kendime bir gün ben de bu Selimiye Camiinde vaaz edeceğim dedim.
O yıl geç de olsa İmam-Hatip Edirne’de açıldı. 7 yıl Edirne’de geçti. İlk birkaç yıl şehre alışma dönemi oldu. İmam-Hatipte güzel hocalarımız oldu. Derslerin yanında değişik sohbet gruplarına devam ettim. İslami camianın gazetelerini, dergilerini tanıdım. Son sınıflara doğru Mehmet Akif’i, Necip Fazıl’ı, Sezai Karakoç’u, Nurettin Topçu’yu okumaya başlamıştım.
İmam-Hatip 1974 yılında bitti. Üniversite imtihanlarına girdim., İmam-Hatipleri üniversiteler almıyorlardı o zamanlar. Erzurum Edebiyat fakültesini kazanmıştım. Ayrıca mezun olduğum yıl Edirne Eski Camii II. İmam-Hatipliğine başladım. 3 ay görev yaptıktan sonra İstanbul Yüksek İslam Enstitüsüne girdim. Çünkü babam Edebiyatçı değil İlahiyatçı olmamı istemişti. Aynı yaz Edirne Lisesini bir grup arkadaşla dışarıdan bitirdik. Ertesi yıl Yüksek İslam Enstitüsünde okurken İstanbul İktisat fakültesine kayıt yaptırdım. Bir dahaki yıl o zamanlar İstanbul Ticari İlimler Akademisine bağlı Siyasal bilimler fakültesi olan İstanbul Ticari İlimler Akademisi Marmara Üniversitesi olunca İdari bilimler fakültesi kamu yönetimi olan bölüme girdim.
Yüksek öğrenim hayatım İstanbul’da böylece başlamış ve devam etmiş oldu.
Her iki yüksek okula devam ederken çeşitli insanları tanıma fırsatım oldu. Hem İslami ilimlerin otoritelerini, hem de sol görüşlü kişilerin önde gelenlerini tanıdım.
Bilmek önemli tabi. Ancak bilinenin uygulanması daha da önemli. İslam güzel. İslami bilgiler güzel, mademki güzel, güzel olan yaşanmalı. Böyle bir boşluk içine bir ara düşünce, arkadaşlarımızın yönlendirmesiyle İskenderpaşa Camiini tanıdım, şimdi tamam dedim. Bir başka devam ettiğim yer Kubbealtı toplantılarıydı. İslam’ın inceliğini, kibarlığını, sanatın güzelliğini gördüm orada.
İstanbul’un belli yerlerinde sohbet ve ilim halkaları vardı. Fırsat buldukça onlara katıldım.
Ve 1978’de öğretmenlik. Çanakkale Ayvacık ilçesinde, daha sonra Edirne merkezde. Resmi öğretmenliğin yanında meraklılarıyla çeşitli dersler yaptım. Meal, Zübdetülbuhari, Mesnevi, Kuduri, el-fıkhulekber dersleri yaptık. Ders halkası genişleyince Mimar Sinan Vakfını kurduk. 2004’de emekli olunca sadece özel derslere devam eder oldum. Bu derslerden Hayat Bedava Değil, Allah (C.C.) ve Güzel İsimleri diye iki kitapçık çıktı.
İşin özü şu; İnsanlar ziyandadır bilenler hariç. Bilenler ziyandadır uygulayanlar hariç. Uygulayanlar da ziyandadır ihlâslı olanlar hariç. İhlâslı olmak ta hakikaten işlerin en zorlarından…