(Hasan Gümüş Hocamızın Edirne Mimar Sinan Vakfı 2011 bülteninde yer alan başyazısını istifadenize sunuyoruz.)
Her yönüyle yetişmiş insanın, evrendeki en kıymetli varlık olduğunu söylemeye gerek olmadığı kanaatindeyim.
Aklı aydın, gönlü aydın, hareketleri aydın insana, bizim kültürümüzde insan-ı kamil denir. Cenab-ı Allah’ın halife diye adlandırdığı insan, bu insandır.
Aklın aydınlığı ilimledir. Ancak sadece akıl aydınlığı kişinin kamil insan olmasına yetmez. Çünkü, tıp profesörü olmuş ama paraya tapan, ilaç şirketleriyle ortaklaşa çalışan, devleti milleti zarara uğratan, operatörlük değil kasaplık yapan yüzlerce insan var. En seçkin mühendislik fakültelerini bitirmiş ama inşaatın demirini, çimentosunu çalan (eksik katan) yüzlerce insan var. İlahiyat fakültelerini bitirmiş, konferanslar, vaazlar veren, millete öğüt veren ama kendisi uygulamayan, vereceği vaaz ve konferansların pazarlığını yapan onlarca ilahiyatçı var.
Öyleyse bir şey noksan! Noksan olan gönül aydınlığıdır. Gönlün kötü duygulardan arındırılmasıdır. Cömertliğin güzel olduğunu bilmek ve söylemek cömertlik değildir. Adaletin güzel olduğunu bilmek ve anlatmak adalet değildir. Doğru ol yalan söyleme! Cesur ol! Dünyaya tapma! Alçak gönüllü ol! vs bütün bunları bilmek ve dillendirmek başka; gönle bir ahlaki renk olarak vermek, garazsız ve ivazsız ihlasla uygulamak başkadır.
Aklın aydınlığı ilimle, gönlün aydınlığı irfanladır. Eylem ve hareketlerin aydınlığı ise edepledir. İnsan-ı kamil olmanın tamamlayıcı unsuru edeptir. Doğruluk güzeldir, fakat nerede ve nasıl doğru olacaksın? Konuşmak güzel, susmak da güzel, fakat nerede, nasıl, ne kadar konuşacak ya da susacaksın? Cömertlik ve cesaret güzel, fakat nerede ve ne kadar cömertlik ve cesaret göstereceksin? İşte bütün bunlar hareket, fiil ve davranış eğitimidir. Biz buna edep diyoruz.
Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, insan-ı kamil olmanın yollarını bize tebliğ etmiş, bununla kalmamış hayatıyla bize uygulamasını göstermiştir. O (s.a.v.)’nun seçkin öğrencileri, arkadaşları da aynı yolu takip etmişlerdir. Onlar, güzeli konuşmuşlar, güzeli göstermişler, ama daha çok güzellikleri hayatlarıyla tanıtmışlardır.
Günümüzde bilgi çağını yaşıyoruz. 4-5 yaşındaki çocuklar bilgisayar kullanıyor. İlkokul mezunları dünyadaki gelişmeleri takip ediyor. Bilgi zenginliğimiz zirvede, ama irfan ve edep yoksulluğumuz da had safhada.
Nerede hem neslimizin hem kendimizin örnek alacağı mahfiyyet numunesi gönül ve edep önderleri! Nerede gösteriş ve nümayişten uzak, sevgi bahçesinde güller yetiştiren ameleler! Nerede kendi derdi için değil millet derdi ile inleyen diğergamlar! Nerede kadife sesleriyle öğüt veren, ayıp aramayıp ayıp örten, sorgulamayıp affeden, ülfet ve muhabbetle insanları kucaklayanlar! Nefret değil şefkat nazarı ile bakanlar! Nerede hayatlarını hizmet için adamış hizmetkarlar! Sokaklar çok bilmişlerle dolup taşarken bildiklerini ihlasla uygulayanlar nerede?
Neredesin Abdülaziz Efendi! Neredesin Hacı Hüsrev Efendi! Hilmi Oflaz neredesin? Hacı Veyiszadeler, Mehmet Zahid Kotkular neredesiniz?
Abdülaziz Efendi, Gümüşhanevi tekkesi şeyhlerindendir. Alim, arif, entellektüel ve mütefekkirdir. İslami çalışmaların üniversitede temelini atan O’dur. Onlarca tanınmış akademisyen, tüccar, mütefekkir ve siyasetçiye hocalık yapmıştır. Ancak geçimini sağlamakta zorlandığı için keçi bakıyordu. Oğluna babanda unutamadığın hatıra nedir? Diye sorulunca, oğlu şöyle cevap verir: “Babamın bir keçisi vardı. Sütünü içer fazlasını satardık. Haliç kıyısında keçiye ot toplar, ot küfesini sırtına yüklenirdi. Zeyrek yokuşunu çıkarken nasıl zorlandığını, burnunun adeta yere değecek şekilde küfeyi taşımasını, unutmam mümkün değil!”
Hacı Hüsrev Efendi, kızının vefat ettiği gün bile öğrencilerine ders vermeye devam etmiştir. Vefatından 48 saat önce kitap elinden düşünce: “Ya Rabbi! beni mazur gör. Gücüm kalmadı, bundan dolayı dersi bırakıyorum.” Demiştir. Vefat ettiğinde kefen parası ne kendisinde ne ailesinde ne de öğrencilerinde bulunamamış, derslerine devam eden bir polis memurunun emekli ikramiyesi ile cenazesi kaldırılmıştır.
Önde gidenler, öncüler, adanmış hayatlar, bahtiyar, asil ve şerefli hayatlardır.
“Öne geçen ilk Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah, onlara içinde ebedi kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kazançtır. ” ( Tevbe:100 )