Bulgaristan’ın kuzeyini dolaştıktan sonra Sofya’ya doğru inişe geçtik. Verimli toprakları, ormanları, akarsuları seyrederek, yaylaların tertemiz havasını teneffüs ederek öğle namazında Sofya’ya vardık.

Sofya’yla 1385’te I.Murat zamanında kucaklaşmıştık. Alperenlerin Sofya’ya gelişleri, orayı mesken tutmaları tabii çok daha önceleri olmuştu. Bulgaristan komünist rejiminin yaptığı tahribat diğer ülkelerdeki tahribatla kıyaslanmayacak kadar şiddetli olmuş. Bu tahribattan Bulgaristan’daki Müslüman nüfus, camiiler, tarihi yapılar çok etkilenmiş.

Sofya başkent olması dolayısıyla bizden olan renklerden iyice uzaklaştırılmış. Ama yine de en merkezi yerinde Camimiz ayakta hizmet vermeye devam ediyor. Meclisin, başbakanlığın, kiliselerin, çarşının ortasında tevhid abidesi olarak, tarihi vesikamız, tapumuz olarak dimdik duruyor.

Sofya’da tarihi mirasımızın yok edilmesine üzüldük, ancak camiyi seneler önce gördüğümüzden daha bakımlı, cemaati artmış olarak görünce teselli olduk.

Bulgaristan bize transit vize verdiğinden 36 saatte Bulgaristan’dan çıkmamız gerekiyordu. Sofya’nın merkezini aceleyle dolaşıyoruz. Hedefimiz Makedonya, Köstentili seyrederek Makedonya sınırına varıyoruz. Makedonya Türkiye vatandaşlarına vize uygulamıyor. Toprak bastı parası almıyor. Makedonya’ya kolayca giriyoruz, İnşallah geceyi Üsküp’te geçireceğiz.

Yolculuğumuzun her noktasında, uğradığımız her yerleşim biriminde bildik isimlerle, manzaralarla karşılaşıyoruz. Üsküp’e inerken vadileri, tepeleri aşarken, Belgrat’a, Adriyatik kıyılarına cetlerimizin yüzyıllar boyu süren koşularının hülyasına daldık. Yahya Kemal’in hür havasını aldığı Rakofça’yı, Rakofça kıyılarını bir grup vakti seyrettik. Yol boyunca köylerden geçerken, bütün köylüler anlaşmışçasına bahçelerinin önünde ailece sofra kurup akşam yemeği yediklerini görmek, hayalini kurduğumuz tarihi manzaranın günümüze gelmiş haliydi.

Ve Üsküp. Yahya Kemal Üsküp’ü şöyle anlatır.
Üsküp ki, Yıldırım Bayezid Han diyarıdır.
Evlâd-ı Fâtihân’a onun yadigârıdır.
Üsküp ki, Şar-dağ’ında devamıydı Bursa’nın
Bir lale bahçesiydi dökülmüş temiz kanın
Üç şanlı harbin arş’a asılmış silahları
Parıldardı yaşlı gözlere bayram sabahları
Vaktiyle öz vatanda bizimken, bugün niçin
Üsküp bizim değil? Bunu duydum için için.
Kalbimde bir hayalî kalıp kaybolan şehir
Ayrılmanın bıraktığı hicran derindedir.
Çok sürse ayrılık, aradan geçse çok sene
Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene

Yahya Kemal, Üsküp’e kaybolan şehir der. I.Murat Hüdâvendigârın yanından teğet geçtiği, Kosova’da 1389’da şehit olmasından sonra, oğlu Yıldırım Bayezid tarafından diyar edinilen Üsküp. 1389’dan 1912’ye kadar, 523 yıl maddeten ve manen kader birliği yaptığımız Üsküp. Balkanların Edirne’den sonra tabii başkenti olan Üsküp. Yıldırım Bayezid’ten itibaren Üsküp’le kaynaşmamız çok kolay, çok hızlı oldu. Üsküp’ün 33 mahallesinden 25’i yarım asır içinde Türk mahallesi oldu. Kudretli zamanlarımızda Üsküp, 2000 dükkândan oluşan çarşıya, 6 medreseye, 9 darülkuraya, 70 mektebe, 20 tekkeye, 110 çeşmeye, 200 sebilhaneye, 7 misafirhaneye, yüzlerce camiye sahiptir.

Yok olmuşluğuna, terkedilmişliğine rağmen eserlerimizin bir bölümü hala ayakta Vardar üzerindeki taş köprü, Üsküp kalesi, Murat Paşa Camii, Mustafa Paşa Camii, Alaca İsa Bey, Muradiye Camileri ve çarşımız. Ve tabii ki Müslüman kardeşlerimiz. Türk, Arnavut, Torbeş, Roman dindaşlarımız. Allahu Teala insanları değişik ırklardan, değişik renklerden yaratmış. Kavga etsinler diye değil, birleşip tanışsınlar, birbirlerinden ibret alsınlar, birbirlerine noksan oldukları alanlarda yardım etsinler diye böyle kılmış. Daha önceleri geldiğimizde aynı dinden olanların birbirlerine mesafeli yaklaşımları yerini daha kardeşçesine bırakmış. Ülkemizin ekonomik, siyasi ağırlığı hissedilir ölçüde artmış. Balkanların yönetimi her zaman zaten zordur. Rahmetli babam bir Balkan muhaciri olarak küçük köyümüzde üç milletten insan yaşadığını anlatırdı.

Üsküp, Makedonya’nın başşehri. Aynı zamanda Makedonyalı Müslümanların özerk dini yapılanmalarının merkezi. Baş Müftülük burada. İsa Bey Medresesi burada. Hem Üsküp’te, hem Kalkandelen (Tetova)’da gördüğümüz kadar dini eğitim-öğretim seviyesi hayli yüksek. Ancak entelektüel birikim olarak aynı seviyede olduklarını söyleyemeyiz.

Müslüman kardeşlerimizin İslam’la alakaları bizi sevindirdi. Ancak din görevlilerinin maaşlarınının düşüklüğü hatta bazen ödenememesi bizi üzdü.

(Devam Edecek)

 

(Balkanları dolaştık. Heyecanlandık, mutlu olduk. Bazen de hüzünlendik – 1) başlıklı makaleyi okumak için tıklayınız.